01 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / DEĞER OLUŞTURMAK
DEĞER OLUŞTURMAK

DEĞER OLUŞTURMAK RECEP ARSLAN

Her insan, İslâm fıtratı üzere doğar. Bulunduğu aile ve şartlar onu saptırsa da hakka yönelecek donanımda yaratılmıştır. Kur’an bunun için inmiştir. İnsanın yaratılıştaki doğal ve saf fıtratını korumak içindir. Kur’an hayattan ne kadar uzaklaştırılırsa, fıtrat o kadar bozulacaktır. Toplumdaki fıtrat bozulmasına bakıldığında, Kur’an’dan ne kadar uzaklaşıldığı açıkça görülecektir.
“Bu Kur’an ayetlerini düşünsünler, akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sad, 29)
Hayatın tüm alanlarında değer oluşturmak için, Rabbimizin iradesi olan Kur’an’ın kişinin yeryüzüne niçin geldiği, Rabbe ne söz verdiğini bildirdiği gibi, nasıl iman, nasıl amel, nasıl ahlak, nasıl idare, nasıl itaat ve ibadet istediği konusunda her bir ayeti üzerinde düşünmek gerekir. Emredilenler üzerinde düşünüp, kendisinden ne istediğinin farkına varan, dünyaya geliş amacını bilen, vereceği hesabın bilincinde olup akledenlerin ibret ve ders almaları istenir. Kur’an’a bu gözle bakıp yaklaşmayanların üzerinde bir etkisi olmayacaktır. Kur’an’a hayatın bütününde itaat edenlerin üzerinde, bu zamanda örnek alınacak nice güzel değerler oluşacaktır.
Rasulün örnek alınması ve ‘örnek alın’ emri, ona itaat ve tabi olanların yaşantısında ve bulundukları yerlerde en iyi değeri oluşturmak içindir. Peygamber (s.a.s.) kıyamete kadar örnek bir değerdi ve örnek değerli bir nesil yetiştirdi. “Yemin olsun ki Allah’ın Rasulü’nde sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çokça zikreden kimse için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21) gibi onlarca ‘Rasule itaat edin’ ayetleri, her dönemde güzel değerler oluşturmak içindir. Rabbe kavuşacağının bilincinde ve hesap vereceği bakışında olanlara, Rasul alınacak güzel örnek. Rasulullah (s.a.s.) Veda Haccı’nda “Size iki şey bırakıyorum” buyurdu. Bırakılan bu iki değer, her zaman diliminde yeni değerler oluşsun içindir. Kur’an ve Sünnet’in dışında sunulan her bilgi, heva, benceler, bu iki değer yerine kişiyi Allah ile hayata hükmetme yarışına sokar. Bugünde herkes Rsulullah (s.a.s.) gibi kendisinden geriye bu iki değeri bırakmalıdır ki, sonraki nesillerin içinden de Allah’a, kitabına ve Rasulüne güvenen mü’min, hayatın her alanında itaat eden Müslüman nesiller çıksın.
İman bir değer, ahlak bir değer, itaat ve ibadet bir değer, izzet ve şeref ayrı bir değerdir. O da Allah’ın, Rasulü’nün ve mü’minlerin yanındadır. Bugün izzet kâfir, müşrik, laik ve demokratların yanında aranmaktadır. “Oysa izzet ve şeref ancak Allah’a, Rasulü’ne ve mü’minlere aittir.” (Münâfikûn, 8) Dolayısıyla da İslâm toplumunun içinden gerçek değerler zor çıkmaktadır. Bırakın mü’min değer çıkmasını, hayatlara Allah Teâlâ karıştırılmayıp, O’nunla hüküm yarıştıracak kadar değersizleşilmiştir.
Nice Allah için denilen inanç ve amellerde, hiçbir değer yoktur. Ehl-i Kitabın, Hindu ve Budistlerin, İslâm toplumu içinde var olan nice cemaatlerin inanç ve amellerinde Allah katında hiçbir değer yoktur. Her inanç sahibi yaptıklarının değerli olduğunu, âhirette karşılığını alacaklarını, hatta cennetin sadece kendileri gibi olanlara has kılındığını iddia edecek kadar işi ileriye götürmekteler, ehl-i kitap gibi nice yapılar. Allah’a isim ve sıfatlarında eş ve benzer ortaklar oluşturup şirk koşanlar, hak olan her şeyin üstünü insan fikir ve yasalarıyla örterek küfürle beraber yaşayanlar, Allah katında geçerli değer oluşturduklarını söylerler. Değer denilen söylem ve eylemler Kur’an ve sünnete uyarsa, bir değerdir. Çünkü mutlak ve sadece Allah’a ve Rasule boyun eğip, emrettiklerini yerine getirerek itaat edilmesi emredilmiştir. “Deki, Allah’a ve Rasul’e itaat edin, eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez.” (Ali İmran, 32) İnsanın Allah’ın hükmünü belirlediği, Rasulu’nün de uyguladığına her boyun eğdiği, sözünü dinleyip emrini yerine getirdiği şey itaattir. O da Allah Teâlâ’yı ilah edinmedir.
Allah için yapılanlar ameldir ve bir değerdir. Kur’an’ın emrine ve Rasulü’n örnekliğine uygun olarak yapılan emir ve yasaklara, emredildiği gibi uyma hassasiyeti gösterenler, amellerine takva ile değer katar. ‘Kimse görmese de Allahu Teâlâ’nın kendini görüyor’ düşüncesiyle her yaptığını Kur›an ve Sünnet’e uygun olarak ihsan ile daha güzel davranışlarla değer katar. Her ne yaparsa, sırf Allah›ın rızasını arayarak, hiç bir karşılık beklemeden ihlas ile saf ve temiz yaparak daha fazla değer katar. Hayatın tüm alanlarında siyasilere, din adamlarına, makam ve mevkilerine, mal ve servetlerine, zekâ ve bedensel güçlerine değil de, sadece Allahu Teâlâ’ya güvenip, vekil kılıp, tevekkülle daha fazla değer katar. Bıkmadan, usanmadan, kimin ne dediğine ve kınamasına bakmadan bir ömür hak da kalarak, sabırla daha da fazla değer katar. Böyle bir hayatı oluşturanın kalbine hak ile bâtılı birbirinden ayıracak olan ‘Furkan’ verilir. “Ey iman edenler! Allah’tan sakınırsanız, O size (hakla bâtılı) ayırma gücü verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal, 29) Kalbe ‘Furkan’ verilmesi, imana ve amellere daha fazla değer katar. Kalbe ‘Furkan’ verilmesi için Allah’a, kitabına ve Rasulü’ne güvenip, mü’min olmak gerekir. Sonra hayatın tüm alanlarında Allah’ın emir ve yasaklarına uymada hassas ulup, takvalı olunmalıdır. Takva, ihlas, ihsan, sabır ve tevekkülle değerlere değer katıldığı gibi, şirk, küfür, hased, kibir, riya, gıybet, bid’at, hurafe ve haramlardan sakınmak da var olan değerleri korumaktır.
Bugün ve yarın için değer oluşturacak yollar ve mekanlar oluşturmak, ayrı bir değerdir. “Onlar hayırda koşuşurlar ve onlar hayırlarda öncüdürler.” (Mü’minun, 61) Hayırda yarışmak değer oluşturmak olduğu gibi, hayırda öncü olup hayır yapılacak değerler oluşturmak daha da değerlidir. Rabbimiz bunları öncüler diye övmekte ve farklı muamele etmektedir.
“Amel defterleri sağ taraftan verilenler. Amel defterleri sağ taraftan verilenler, ne mutludurlar. Amel defterleri sol taraftan verilenler, amel defterleri sol taraftan verilenler ne bedbahttırlar. Bir de öne geçenler, onlar ne öne geçenlerdir.” (Vâkıa, 8-10)
 Dünyada öncü olup, bulunduğu yerde iman ve amelde, hayırda, yol oluşturmada öncü olanlar, elbette âhirette de öncüdürler ve ayrı değer görürler. Dünyada her ayrı değer oluşturan, cennetin daha değerli yerinde olacaktır. İman, asıl değerdir; ahlak, ibadetler, sabır, ihlas, ihsan, tevekkül birer değer olduğu gibi, Kur’an’ın her bir emrini yerine getirme, birer değerdir. Cennet değer oluşturanların ve dereceleri de artı değer oluşturanların yeridir. İman cennete girmenin, ameller ise cennetin derecelerini haketmenin yerleridir. Rabbimizin cennette geniş ihsanı ise bambaşka bir değerdir.
Her bir sahabe Allah’ın onlara verdiği nimet ve kapasite ölçüsünde hayatlarında değerler oluşturdular. Her bir sahabenin hayatında ayrı ayrı değerler vardı. Bunlar bir araya geldiğinde kıyamete kadar örnek toplu bir değer olan, ümmet değeri oluştu.
Her fert gücü kadar ve tüm yaşantısıyla bir değer oluştururken, aile olarak ayrı bir değer oluştururlar. Değer oluşturan aileler bir araya gelerek cemaat değeri oluştururlar. Cemaatler bir araya gelerek devlet ve ümmet değeri oluştururlar. Hz. İbrahim, eş ve çocuklarıyla kıyamete kadar kendilerinden sonrakilere örnek fert ve aile değeri oluşturdular. Rasulullah (s.a.s.), ashabı fert, aile, cemaat ve devlet olarak, mü’min ve Müslüman olanlara kıyamete kadar en güzel örnek değerleri oluşturmuşlardır. Her mescid, medrese sadece Allah’a ibadet, Allah’a ve Rasulü’ne itaat eden nesiller yetiştirirlerse, geleceğin örnek değerli kişileri oluşur ve her vesile olan da bundan payını alacaktır. Bu da artı değerdir.
Dünyalık hiç bir menfaat ve beklentisi olmaksızın ve karşılığını sadece Allah’tan bekleme niyetiyle sevmek, bir değerdir ve mükafatı: “Hiçbir dünya menfaati beklemeden, sırf Allah’ın rızası uğrunda birbirini sevenlere peygamberlerin ve şehitlerin bile imreneceği nurdan minberler vardır.” (Tirmizî) Allah için sevmenin kişiye kazandırdığı değer, Peygamber ve şehitlerin gıpta edeceği değerdir. Bu ancak saf ve temiz olarak, sırf Allah›ın rızası doğrultusunda ihlas ile olur. Bugünden değer oluşturmadan, sonsuz değerlere ulaşılamaz. Bilginin, bilinmesiyle değil, amel edilmesiyle değerler oluşur.
İman, ilk değerdir. Bu değerin oluşması için, Allah ile hudud yarıştırıp, hâkimiyeti kendilerinde görüp haddi aşan tağutlara küfredilmesi, yani reddedilmesi emredilir.
“Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse, kopması mümkün olmayan sağlam kulpa yapışmıştır.” (Bakara, 256)
 Hâkimiyeti kendilerinde görerek haddi aşan tağutlar reddedilmeden Allah’a iman olmaz, yani mü’min olunamaz. Allah’a iman etmekle beraber onlara da itaat edenlerin durumu ise “Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmezler.” (Yusuf, 106) ayetinin bildirdiğidir.
Çokları Allah’a isim ve sıfatlarında eş ve benzer görüp, yaratılanlara etki ve yetki verir, onlardan yardım bekleyerek şirk koşarlar. Allah’ın da insanlarında emrine uyarlar. Ne Allah’tan ne de ortak edindiklerinden vazgeçerler. Oysa sadece ve tek olarak Allahu Teâlâ’nın tüm isim ve sıfatlarını O’na has kılıp birlemekle değer oluşur. Sadece bilmekle ve bir kısım sıfatını O’na vermekle değil.

Din adına konuşanların çokları, ibadet ve ahlaktan bahsederler. Şirkin, küfrün, tağutun, ilah ve Rabbin ne olduğunun bilinmediği bir toplumda, imandan, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla birlemekten, itaat ve ibadetten, şirk ve küfürden ve reddetmekten bahsetmek bir değerdir. Bu anlatımlardan sadece Allahu Teâlâ’ya itaat eden değerler oluşur. Şirkin hâkim olduğu toplumlarda peygamberler, iman ve şirk ayrımını net olarak yapmışlardır. Dolayısıyla da saflar net olarak ayrılmıştır. Bu insanları rab ve ilah olarak sadece Allah’ı birlemeye davet etmelerinin sonucudur. Hz. Nuh dokuz yüz elli yıl, Rasulullah (s.a.s.) Mekke de on üç yıl aynı şeye davet etmişlerdir. Şirkin hâkim olduğu bu zaman diliminde de aynı şeyleri anlatmak gerekir ki mü’min değerler çıksın.
Kur’an’da Rabbimiz doksan bir defa ‘amel edin’ değil de ‘sâlih amel işleyin’ diye emreder. Ameli herkes yaparken, sâlih ameli yapabilmek kolay değildir. Rabbimizin de kabul edeceği ameller, ıslah edilmiş sâlih amellerdir. Bir amelin sâlih olabilmesi için şirk, küfür, bid’at, hurafe, hased, kibir, gıybet, riyâ, tecessüs gibi kötü hasletlerden arındırılması gerektiği gibi, takva, ihlas, ihsan, tevekkül ve sabır ile Allahu Teâlâ’nın emri, Rasulullah’ın (s.a.s.) da uyguladığı şekilde yapılması gerekir. Ki buna sâlih amel denilsin. Bir amel emredildiği gibi yapılmalı ve emredildiği gibi de korunmalıdır. Bu şekilde yapılan her fiil, söz ve davranış sâlih ameldir. Yani değer oluşturulmuş amellerdir. Dolayısıyla hedefsiz, bilgisiz, amelsiz, samimiyetsiz, tevekkülsüz ve sabırsız itaat ve ibadetlerde değer oluşmaz. Rabbimiz, Kur’an da geçmişin hak da ve bâtıl da olanların hayatlarından iki binden fazla ayetlerle bahseder ki, sadece hak adına bu zamanda yeni değerler oluşsun. Hak, yeniden bulunulan yerlerde tekerrür etsin. Bu zaman diliminde Firavun’un, Nemrut’un ve destekçilerinin yolunda olanlar, davalarında samimi oldukları gibi, Rasullerin ve ashabın yolunda olanlar da samimi olarak davalarında devam etsinler, ki İslâm o yere hâkim olsun ve yeryüzünde mü’min ve Müslüman değerler oluşun.
Şeytan Allah ile hâkimiyet yarıştırıp, ‘hüküm bana ait’ dedi ve kabahatinin müsebbibi olarak Rabbimizi gördü. Hz. Âdem de hâkimiyeti Allah’a has kılıp hatasını kendisinde gördü ve kıyamete kadar da bir değer oluşturdu. Şeytan da Âdem de hak ve bâtıl adına yol oluşturdu. Birinin ki sadece Allah katında geçerli bir değerdi. Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssasını Rabbimiz bize bildirdi. Hâbil sadece değerli olanı verdi ve değer oluşturdu. Dokuz yüz elli yıl bir toplum hakkın üstünü örtüp, hâkimiyeti kendilerinde görüp kâfir olarak yaşarken, Hz Nuh o kadar yıl mü’min ve Müslüman kalarak sabırla bir davetin değerini ortaya koydu. Hz. İbrahim tek başına şirksiz iman etmenin, ateşe atılma pahasına Rabbe kayıtsız ve şartsız itaat etmenin, eşini ve çocuğunu ıssız Mekke de bırakmanın ve çocuğunu kurban etmede kıyamete kadar itaatin değerini oluşturdu. Şuan yazamayacağımız kadar oluşturulan örnek nice değerler.
Değer oluşturmak için peygamber olmaya gerek yok. Firavun gibi bir zâlimin karşısında sihirbazlar, “Biz âlemlerin Rabbi olan Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik.” (Âraf, 121-122) yani ey Firavun, sen bizim üzerimizde hâkimiyet hakkına sahip değilsin’ diyerek ölüm pahasına bir değer oluşturdular. Biraz önce Firavun’dan makam ve konum isteyenler, şimdi ölüm pahasına değer oluşturdular ve bize de örneklikleri sunuldu. Zâlim krala karşı “Biz gencin Rabbine iman ettik” diyen Ashab-ı Uhdud, ateşten hendeklere atılma pahasına Rabbe itaat değeri oluşturdular. Hz. Bilal, Habbab b. Eret ve nice sahabe güçleri kadar değer oluşturdular. Hz. Ebu Bekir ayrı değer, Hz. Ömer ayrı değer, Halid b. Velid ayrı birer değer oluşturdular. Kimse kimseyi gücünün dışında kınamadı ve zorlamadı. Bugün de herkes bulunduğu yerde ve zamanda gücü kadar Rabbe teslim olup, cennete götüren örnek değerler oluşturmalıdır. Kimse kimseye bakmadan kendi etkili olduğu alanlarda iman, teslimiyet ve davet değeri oluşturup oluşturmadığına bakmalıdır.
“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa kurtulmuştur” (Teğabun, 16) ayetini, herkes kendi üzerine almalıdır. Dünyalıklarda çoklarının eli, ayağı, dili, gözü, zekası, akıl ve iradesi kişinin istediği gibi çalışıp cimrilik etmezken, iş hakkı anlatmaya, okumaya, yaşamaya ve davete gelince diller çok cimri, eller hak hakim olsun diye vermede ve çalışmada çok cimri, kulaklar gerçek hakkı işitip dinlemeye ve göz hakkı okumaya, haklıyı görmeye karşı çok cimri. Akıl ve iradesini din adamlarına ve siyasilere vermede bonkör iken Allah’a ve Rasule teslim etmede çok cimri. Nefis mutlak cimriliği emretmektedir. Hak adına cimrilik yapılan her alanda, gerçek değerler oluşmaz.
Peygamberler gibi herkes yaşantısıyla ve savunup anlattıklarıyla, bir yola davet eder. O yolu değerli sayar. “İşte bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın ki sizi Allah’ın yolundan ayırmasın. Allah bunu size sakınasınız diye emretti.” (En’am, 153)
 Herkes yaşadığı hayatını ve kabul ettiği fikir ve yasalarını dosdoğru, yani değerli diye savunur anlatır, yaşar ve sonraki nesillere aktarır. Her insana aynı emirler sunulmuş ve herkes gücü kadar yaşayacak ve tavsiye edecektir. Hak olana uyulmadığı zaman sapma kaçınılmazdır. Bu yaşantılardan da Allah’ın kabul edeceği değerler çıkmayacaktır. Herkes hak diye bir yola davet etmektedir. Yol, hükmünü Rabbimizin belirleyip, Rasulü’nün ashabıyla yaşadıkları ve bugün de o yolda devam edenlerin yoludur.
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” (En’am, 162) De ki emri, değer oluşturanlaradır. De ki emri ilk, kişinin kendisinedir. Ölüm kişiye gelinceye kadar Allah’ın huzurunda olduğu bilinci ile namazda olma. Sonrasında Rabbiyle ihsan halinde irtibatlı olanların hayatı ancak, de ki emriyle tavsiye edilir. Tavsiye edilenler ancak yaşanılanlardır.
Değeri ilk oluşturanlar ve kendi bulundukları yerlerde ilk yapan ve anlatanlar, oluşturdukları ve vesile oldukları değerlere kıyamete kadar ortaktırlar. “Kim iyi bir şeye aracı olursa, ondan kendisine bir pay vardır...” (Nisa, 85) Amellerle değer oluşturulduğu gibi, amel edilmesine vesile olunana da ortak olunup, ayrı değer oluşturulur. Değer yetiştirmenin ve değeri oluşturmanın karşılığını Rabbimiz yapmış gibi karşılığını vermektedir.
Herkes Rabbin verdiği güç ve imkan kadar değer oluşturacaktır. “Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol, seninle beraber tevbe edenlerde...” (Hud, 112) Kimse bir başkasına değil de kendi gücü kadar itaat ve ibadet, kardeşlik, komşuluk ve akrabalık gibi emredilenleri yerine getirip getirmediğine bakmalıdır. Eleştiri ve kınama kolay, emrolunanı emrolunduğu gibi yapmak ise zordur. Yaptım oldu amellerini Rabbimiz değerli bulup kabul etmemektedir.
“Allah bir kimseye ancak gücünün yettiği kadar sorumlu tutar...” (Bakara, 286) Rabbimiz, kimseden peygamber gibi değer oluşturmasını istemediği gibi, hiçbir kemse de birbirinden yapamayacağı, gücünün yetmeyeceği değerleri beklememelidir.
“Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Ali İmran, 102) Kim bir ömür mü’min ve takva üzere yaşarsa, ölüm onu değerli bir yaşantı üzerinde bulur. Müslüman ölebilmek için, Müslümanca yaşamak ve kalmak gerekir.
İnsan, hata yapmaz değil. Hatada ısrar etmez ve pişmanlık duyar. Tevbe ve istiğfar, günahların ve hataların silindiği bir değerdir.
Sırf Allah için itaat edip ihlas oluşturmak ayrı bir değer, Allahu Teâlâ görüyor düşüncesiyle en güzel davranışlarda bulunup ihsan hali ayrı bir değerdir. Sabır ve tevekkül de birer ayrı değerdir. Namazı kılma değil de, ikame asıl değerdir. Namaz sonrası verilen sözleri yerine getirip itaat etmek ayrı değerdir. Sizden sonra hakkın devamı için nesiller yetiştirmek birer değerdir. Her yetiştirilen ayrı ayrı birer değerdir. İman değer, imanlı nesil birer değerdir. Nicelerinin cemaatçilik yaptığı, biziz dediği bir yerde her mü’mini kardeş bilme ve ümmetçi bakma birer değerdir ve değer oluşturmaktır. Her kişi bulunduğu yerde imanın, itaat ve davetin değerini gücü kadar oluşturacaktır.
“Ancak Müslümanlar olarak ölün” emrine uyup bütün bir ömre bir değer katmak elbette kolay değildir. Değer oluşturduktan sonra bunları bir ömür korumak gerekir. “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin. Sakın amellerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed, 33)
Sadece mü’min olmakla veya mü’miniz demekle değil de, devamında Allah’a ve Rasulü’ne hayatın tüm alanlarında sadece boyun eğip, onların emrini yerine getirip söz dinlemekle itaat olur. Uyarı ve tehdit mü’min olanlaradır. Allah ve Rasulü’ne her alanda itaat olmaz ise, ameller değerini kaybedecek ve karşılığı kalmayacaktır.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine kendisinin onları, onlarında kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve şerefli olan, Allah yolunda cihad eden ve hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyen bir kavim getirir. İşte bu Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah rahmeti bol olandır, her şeyi çok iyi bilendir.” (Nisa, 54)
Ayet, kişinin ve toplulukların önce kendilerine bakmaları gerektiğini bildirir. Uyarı önce Rasulullah’a ve ashabınaydı. Vazifeler yapılmadığında mü’min de olsa kişinin değer oluşturmadığı o yerde Rabbimiz değer oluşturacak bir kişi ve topluluk getireceğini bildirmektedir. Herkes bulunduğu zamandan ve yerden sorumludur. İslâm’ın tek sahibi olan Rabbimiz, hiçbir dönemde dinini yardımsız bırakmamıştır. Vazifesini yapmayanın yerini yapanlarla doldurmuştur. Kimse geçmişe ve etrafına değil de, önce kendi iman ve amellerine bakmalıdır. Çünkü onun bulunduğu yerde İslâm’ın örnek değerini oluşturmak ona aittir. Zamanın mü’min ve Müslüman örnek alınacak şahitleri, biz ve yetiştirdiklerimiz olmalıdır.
Ne mutlu gücü kadar değer oluşturan ve ömrünü o halde tamamlayanlara.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul